18 Ağustos 2016 Perşembe

   

Neden Kitap Okunmaz...


       Hep söylenir "Türkiye'de kitap okuma oranı az."  Peki ben bir Türkiye vatandaşı olarak neden kitap okuyamıyorum? Neden kitapa ısınamıyorum ya da kitaba başlayıp bitiremiyorum? Halbuki kitap okumayı çok seviyorum.




        Sorun hep okurda mı aranır. Okur-yazar oranınının %95.78 olan bu ülke vatandaşlarını hafife almamak gerekir. Okumuyorlarsa geçerli nedenleri vardır. Bende bu %95.78 içindeki okurlardan biriyim. Üstelik ben kırgınlıklarımı, sevinçlerimi, üzüntülerimi, sevinçlerimi, kızgınlıklarımı kitaplardaki farklı dünyalarda dengeleyen bir insanım. Yalnızlığımı başkalarının varlıklarında değil kitapların sayfalarında unutan biriyim. Benim için kitap, hava, su barınacak yerden sonra gelen en temel ihtiyacım.

       Böyle olmasına rağmen neden kitap okuyamıyorum? Gerçekçi bahaneler var tabii ;)

        *Yorgun veya dolu bir zihne sahip olabilirsin. Neden olmasın. Boş bir zihne ancak yataktan kalktığım bir iki saniyede sahip olabiliyorum. Sonra... Sonrası hayata kaldığımız yerden devam. :) Hayat mücadelesinde insanın boş bir zihne sahip olması büyük bir lûtuf. :)

        *Belki de uygun bir yerde değilsindir. Hiçbir zaman sürekli aynı yerde değili-m-z. Muhakkak günün haftanın ayın herhangi bir saatinde uygun koşullar meydana geliyor. Ayrıca okumak için çabalamak gerektiğini biliyorum.  Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Farklı coğrafyaları görmeyi bilmeyi çok istiyorum. Kendimi bu konuda geliştirmek için gezi bloglarını takip ediyorum.  Bu konuda blog yazan bloggerlerin tecrübelerinden, fikirlerinden, tavsiyelerinden faydalanmak istiyorum. Ne yapmalıyım? Onları çaya davet edemem. (İnşallah tanışınca neden olmasın. İlk etapta imkansız :)) Ancak onlardan onlarla ilgili makaleleri, haberleri, eğer çıkardılarsa kitaplarını okuyarak faydalanabilirim. Bunun için uygun ortam kollayamam uygun ortam oluşturmalıyım. Zaten durduramıyorum kendimi. Farkında olmadan bir bakmışım bir bloggerin bloğunda bulmuşum kendimi. :)

       *Mesajlaşmak, oyun oynamak, televizyon izlemek varken kitap okumak çok eğlenceli değil. Birincisi gerçekten çok eğlenceli kitaplar var. Önemli olan o eğlenceli  kitabı bulup, kitaptan eğlenerek maksimum faydayı elde edebilmek. Bunu sonrasında ise vaktimi boşa harcamadım diye vicdanım rahatlıyor. İkincisi beni bilen bilir. Ben cep telefonunu özellikle telefonu seven biri değilimdir. Yüzyüze iletişimi daha çok seviyorum. Her zaman konuşmam gereken kişiler yanımda değiller. Onlarla görüşüyorum. İşte de çok kullanıyorum. Aynı şekilde mesaj göndermek için de kullanıyorum. Yani diyeceğim evet telefonda ve telefonla çok zaman geçiriyorum. Televizyon pek izlemiyorum. Oyun da oynamıyorum. Bu ikisinin yerini tutan ve daha fazlasını sunan internet var. Gerçekten bunda da çok vakit harcıyorum. 

       *Önyargılarım var. Evet var. Her kitaba başlayacağım zaman nasıl bir kitap bana ne kadar faydalı olacak diye bir türlü başlayamadıklarım var. Bunu, klasiklerle ve daha önce kitabını okuduğum kişilerin yeni kitaplarıyla ya da çok okunanları okuyarak  aştığım çok olmuştur. Bu arada laf aramızda çok satılanlara aldanmamak lazım.;)



       Başta da söylediğim gibi "Benim için kitap; hava, su ve barınacak yerden sonra en temel ihtiyacım." Hal böyle iken kitabın kendisine  ve çevreye bağlı olarak istediğim sıklıkta ve hızda kitap okuyamıyorum. İşte benim Kitaptan kaynaklanan okumama nedenlerim.

       -Kitabın anlatım dili: Samimi olayım derken çok laçka olanlar var. Geyik yapayım derken abartanlar var. Bir bölüm okuyorsun (en az 10 sayfa) sana lazım olacak bilgi bir satır kadar ya da olmaz. Laçkalığın dışında kitapta bulunan bilgiler hemen her yerde...

       -Kiapta bilinmeyen kelimelerin fazlalığı: Aslında bu, okuyan kişinin kelime hazinesi henüz o kitabın seviyesinde olmadığını gösterir. Bunu eskiler sayfanın altında açıklamalar kısmında muhtemel bilinmeyen kelimelerin anlamlarını vererek kısmen çözüyorlardı. Gerçekten çok faydalı oluyordu. Bana göre; bu, büyük bir alçakgönüllülükle, okura verilen değerin göstergesidir. "Seni önemsiyorum. Beni anlamanı istiyorum." mesajı veriyor. Kaldı ki eskiden kullanılan kelimeler için sözlüklerden de faydalanılabilinir.  Bu dün ile bugün arasında bir ortayı bulma çabasıdır. Türkçe yaşayan, gelişen ve değişen bir dil. Her gün yeni kelimeler türüyor. Özellikle genç nesil arasında... Çoğu zaman sözlüklerde yetersiz kalıyor. Bırakın dün ile yarın arasında orta noktayı bulmayı bugün ile yarın arasında orta noktayı nasıl bulacağız.? :)

       -Çoğu zaman konunun dışına çıkılması: Eğer "Zerdali Ağacı ve Meyvesi" hakkında kitap yazılmışsa bence "Denizdeki Balık Çeşitleri" başka bir kitabın konusu olmalı. Okur "Zerdali Ağacı ve Meyveleri"ni merak ediyorsa ne yapsın Denizdeki Balık Çeşitlerini"...

      - Kitap kapağı ile içeriğinin uyumsuz oluşu: Bir kitapçıya gidiyorum. Önce bütün kitaplara göz gezdiriyorum. İçlerinden birkaç tanesi ilgimi çekiyor. Değişik sebeplerle kitap sayısını 1'e indiriyorum. Kitabın adına bakıyorum. Güncel, iddialı, hafif iğneleyici ve içinde belli belirsiz mizah olduğu anlaşılıyor. Tamam adından etkilendim. Kitabın arkasını çeviriyorum. Yorumlarda yada konusu da tam beklediğim gibi tatminkâr. Emin olamıyorum. Değişik sayfalarda birkaç paragrafa göz atıyorum. Tamam artık satın alabilirim. (Bu süreç genelde aklımda kitap almak yokken işleyen süreç)
Eve geliyorum ilk on sayfadan sonra tam bir hayal kırıklığı... Neden? Çünkü kitabın kapağı sattırmaya yönelik tam bir profesyonel ticari zekâ ürünü (Kitabı aldım mı aldım. :)) Peki içeriği ilk on sayfasından sonrası (ilerleyen sayfalarda yine tamam okumaya devam etmeliyim dedirten ince nüanslar var) ama tüm acemiliği ile yazarlar dünyasında yer edinmeye çalışan yeni yetme yazar görüntüsü.  (Bu konu ile ilgili bir kitabı ele alarak örnekli yazı yazacaktım. Fakat böylesinin daha iyi olacağını düşündüm.) Bence kitap, kapağında vaat ettiğini karşılamalı. Kitap kapağı ile içeriği birbirini dengelemeli. Bana göre bu tür kitap yazarları yazarlık kariyerlerinde orta ve uzun vadede ancak okurlarla kendileri arasında engel oluştururlar. Bir daha aynı yazarın kitabını almak ister miyim? Beni bir şekilde ikna edene kadar hayır...

       - Kitap konusunu okurun zihninde canlandıramaması yada tam olarak açıklanamaması: Buna okuru ters köşe yapacağım derken kendini kaybetme de denebilir. bu yüzden Stephen King'in  iki kitabını okuduktan sonra Stephen King okumayı bırakmamın sebebi.

      -Aşırı betimleme kullanılması: Okurken yoruyor. Kitabın üçte birini geçtin hala odanın içininin tasvirini geçemedin ki olaya gelesin :) "hıı, tamam, eee nolmuş" dedirtiyor. Hele de tüm bu betimlemeler konuya ve karakterlere hiçbir katkısı yoksa yazar için boşa harcanan emek, okur içinse boşa harcanan zaman.
     
       -Cümlelerin aşırı uzun olması, aşırı devrik cümleler kurulması: Aşırı uzun cümleler beni çok yoruyor. Cümlenin sonuna  geldiğimde "Ne demek istedi. Dur bir daha okuyayım" diye kaç kere başa döndüğümü unuttuğum cümleler oldu.

      -Aşırı derecede cümlelerin yarım bırakılması: Açıkçası bana göre yazarın okura "işte gerisini sen düşün" diye görev verip kolaya kaçmasından başka bir şey değil. Arkadaşlarınızla oturmuş aynı paragraf üzerinde tatlı talı muhabbet ediyorsunuz. Herkes kendi hür iradesiyle farklı farklı sonuçlar çıkarıyor. Gönül isterdi ki yazar da aynı konuda fikrini söylese :))  Ama dozunda yarım bırakılan cümleler okura büyük bir haz verir. Tıpkı okurla yazarın paslaşması gibi... Zaten bir okur olarak ta istediğim budur.





       - Kitabın işleyiş şekli: ( Eğer buraya kadar okuduysanız "Ya ayşe nerden buluyorsun böyle enteresan noktaları..." dediğinizi hisseder gibiyim :)) Benim bildiğim kadarıyla romanların kurgusal sıralama üç temel ana kaynağı var. Zaman, olay, karakter. Bunlardan ya bir tanesi ile yada ikisi ile kurgu sıralama oluşturuluyor. En bilinen ve kendinden nerdeyse çok bilinmeyenli denklem çıkartılan kurgusal sıralama olaylardır. Ya zamandan çok bilinmeyenli kör düğüm oluşturulmak istenirse... Yazar bile neyi nasıl anlatmak istediğini karıştırabilir. :) Romanda bir bakıyorsunuz gelecektesiniz, anlamadığınız şekilde geçmişte bir dönemde dejavunun tersi misali bugünü yaşıyorsunuz. Ben 400 sayfalık bir romanın ancak sonuna yaklaşırken zamansal kurgusunu çözebildim. Yazar da okuyucusunun yaşamış olduğu bocalamayı farketmiş olmalı ki satır arasında açıklama gereği duydu. O farklı bir şekilde anlattı ama ben çok basit bir şekilde anlatacağım. Günün zamansal sıralama kurgusu sabah, öğle, akşam, gece sonrasında yine sabah. Yazar önce akşamı sonra sabah, öğle devamında bu defasında ayrıntlı yine akşam anlatılıyor. Bu sıralamaya renk, ahenk katmak için fi tarihinden minik minik ayrıntılar ekliyor. vs.vs. vs. bunu yazarken bile zorlanıyorum :)

       Aslında yazı bu kadar uzun olmasaydı kitabın kendisinin  dışında kitapa bağlı olmayan kitap okuyamama nedenlerimi de yazardım. Şimdilik benden bu kadar...



       Bu arada bloğumu ziyaret eden, beni bloğumda yeni paylaşımlarda bulunmaya zorlayan görünen görünmeyen tüm takipçilerime teşekkür ederim. Allah'a emanet olun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails