12 Kasım 2015 Perşembe

Kitap Okurken Neler Yapmamalıyız


Herkese Selamlar...

       Nasıl Halide Edip ADIVAR'ın Sinekli Bakkal'ını görünce eski günlerinizi hatırladınız mı? Özlediniz mi? Ya da özlediğinizi farkettiniz mi? Ya da "Bu da ne Ayşe Gülşen neyden bahsediyor?" diyenlerden misiniz?


        Üzerinden yıllar geçti. Ben Halide Edip ADIVAR'ın romanlarını çok özledim. Tekrar okumak istedim. Kitap çok eski. Belki kırtasiyelerde yaşayan Türkçe'mizle yazılmış olanları vardır ama ben eski kitapların satıldığı yerlerde eski kitapların arasında onu aradım ve buldum. 

          Bu postu yazmamın sebebi farklı. Sebebi kitapta en küçük bir çizik bile yok. Bu durum bende bu postu yazma isteği oluştu. Ya okumadı-lar ya da çok temiz kullandı-lar. Kitap elime böyle temiz bir şekilde ulaştı. Kimlerin elinden geçtiğini bilmiyorum bir kişi ya da birkaç kişi farketmez hepsine tek tek teşekkür ediyorum.

       Böyle ikinci el kitapların satıldığı yerlere çok giderim. Bakarım ve ihtiyacıma uygunsa alırım. Özellikle temiz kullanılmış. -Bilmiyorum bir kitap için kullanmak-kullanılmak ne kadar yerinde bir kelime bence tartışılır.- kitabın eski sahiplerine karşı müthiş bir sempati duydum. 



       Bende kitapları okurken çizmemeye çok özen gösteriyorum. Kitap okurken kalem kağıt yanımda olur. Özellikle romanları okurken böyle bilmediğim kelimeleri küçük yapışkanlı kağıtlara yazıyorum.


       Ya da çok beğendiğim sözleri yine böyle daha büyük yapışkanlı kağıtlara yazıyorum. Burda bilmediğim kelimelerde var. Kitaplar benim eski-yeni-sürekli-vazgeçilmez dostlarım. Yazarlarına -iyi ya da kötü benim düşüncelerime uygun ya da değil bir emek harcamışlar - ölenlere rahmet, yaşayanlara hayırlı bir ömür diliyorum. İyi ki yazmışlar. 


 "Ya Ayşe Gülşen bununda mı anlamını bilmiyorsun." diyebilirsiniz. Aslında kitabın bu kısmında örümcek ile ilgili herhangi bir konu geçmiyor hatta kelime bile. Fakat olayların örüntüsü zihnimde olan başka bir problemin çözümünü şeklinini gösteriyordu. Problemse bende örümcek ve örümceğin yaşam şeklini çağrıştırıyordu. Kitaptan bağımsız olarak tekrar okumak için böyle bir not eklemiş oldum. Sık sık kitap okurken kullandığım bir yöntemdir.  



       Tabii ki bazen kalem kağıt olmuyor yanımda o anda böyle küçük peçete parçaları ile sayfayı işaretliyorum. Daha sonra not alırım diye. Kitabı bir oturuşta bitiremediğim zamanlar çok fazla.  Kaldığım yerden devam ederim diye kitabın ucunu kıvırmıyorum o zamanda böyle ayraçlar kullanıyorum. Ya da kitabı bitirince istediğim kısmını olaydan bağımsız düşünmek içinde yine böyle ayraçlar kullanıyorum. Bu bende bir disiplin haline geldi. Dikkat etmeye çalışıyorum. Hem kitaba hem de benden sonra okuyacak olanlara için. Bazen okumak için benden kitap istiyorlar  çizik kıvrık vermek istemiyorum...

:

       Ben kendimce böyle bir yöntem geliştirdim. Sonradan okuyacaklar için bu şekilde olması daha hayırlı...

      Bir kitapta okumuştum. Kitap okurken satırları altını çizmeyin kendinize işaretlerden bir dil oluşturun diye 
 Örneğin: [ : Önemli bir satır başlıyor
                ] :Önemli bir satır bitiyor.
                ? : Nedemek istiyor
                ??: Olamaz
                ***: Araştırmalı
                 ! : Dikkat etmeliyim buna benzer işaretler. Bence kitap kendi kütüphanemizden çıkmayacak olsa bile yine de yapılmamalı. Belki de sizin kütüphaneniz yeni ufukların tohumu olacaktır. Bilinmez.

       Neden böyle diyorum. Çoğu insanların adını bile bilmediği anadoluda küçük bir belde lise de kütüphane başkanlığı yaptığım bir dönemde öğretmenlerimin de yardımıyla kütüphanemize pek çok kişi hediye ettmişti.Kitaplardan sadece kendi okulumuzun öğrencileri faydalanmadı aynı zamanda çevredeki okulların öğrencileri de faydalanmıştı. 
       
     Bu yazdıklarımla tam tersini gösteren bir örnekten bahsedeceğim. Aslında bunu paylaşmamın sebebi farklı. Bu  yazdığımı örneği gördükten sonra -Orta okuldaydım.- okuma şeklimi değiştirdim. Daha sorgulayarak okumaya başlamıştım. 

  Çok iyi hatırlıyorum bir dergide Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün okumuş olduğu kitabın bir sayfasının resmi vardı. Bazı yerlere soru işareti koymuştu.  Bazı yerlerde açıklama yapmış.  Bazı cümlelerin altını çizmişti. Kitabı şahıs yerine koymuş karşılıklı konuşuyormuş gibi bir izlenim oluşturmuştu bende. 


      Ne kadar doğru bir söz.  Hiçbirimiz vazgeçilmez değiliz.  Önemli olan kimseyi kırmadan gök kubbe altında hoş bir sada bırakmak...

4 Ekim 2015 Pazar


Biraz Mola

      Herkese güzel bir haftasonu diliyorum. Öncelikle blog yazılarımı sıkılmadan takip eden herkese çok teşekkür ederim. Beni varlığınızla mutlu ettiğinizi bilin istedim.

      Umarım hafta sonunuz güzel geçmiştir. Benim ki her zaman ki gibi güzeldi. Bu bizim Casper. İsmi çok hoşuma gitti.Kız kardeşim Kevo'nun fikri. Kendisi de fikri de kedi de çok enerjik. Kedi annemlerin evine sığınanlardan. Kendini zorla sevdirengillerden :)


        Kendini böyle uygun bir yer buluyor. Sonra seni biraz sevmeye teşvik edince herşeyi oluruna bırakıyor :))

       Böyle patisi ile de olur da sevmekten vazgeçilir diye kendini garantiye alıyor. Bu kedi çok dokunsal canııım. Dokunulmadan sevildiğinden emin olamıyor. :))


     Kendi böyle elime patileri sarılıyor benim de o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam. Bütün yorgunluğunu stresini alıyor.  Hayvanların böyle samimiyeti beni kendilerine hasta ediyor. :))

Altta da video ekliyorum. Tabii sessizce gülüyorum ama sesim ağlıyor gibi çıkmış gülseydim daha iyiydi :)) Evet evimiz küçük bi hayvanat bahçesi gibi. :)



Herkese güzel bir hafta diliyorum.


27 Eylül 2015 Pazar

Kurban Bayramı


      Herkes iyi bayramlar... Kurban kesenlerin Allah (c.c.) temiz niyetlerini ve hayırlı dualarını kabul etsin. Rabbim bizi bu günlere yetiştirdiği için binlerce kez şükürler olsun. Bizi kendine layık kul eylesin. Ne kadar sınav dünyasında olsak da ne de olsa ipleri onun elinde olan onun bildirdikleri dışında hiçbir bilgiye sahip olmayan biçare kuklalarız. Rabbim bizi her türlü kötülüklerden kötülerden korusun. Kardeşlerimizle barış içinde birbirini kollayan eksiklerini tamamlayan birbirinden yana gönlü hoş insanlardan eylesin inşallah.(Amin)

       Böyle bir günde böyle bir dua yapmak geldi içimden. Asla sahibine layık olmayan. İnşallah Rabbim kabul eder.

       Gelelim Kurban Bayramına...

       Benim için Kurban kesim yerinin dışında herşey aynıydı. Güzel geçti. Ailem ya da ailelerimle  aynı mekanda olmamakla birlikte  hep bir arada geçti.

       Eskiden sürekli ailem ve ailemin dışında benden yaşlı insanlarla birlikte olurdum. Hep ne yaptıklarını seyrederdim. Varsa yapabileceğim bir şey hemen yardım ederdim. Onlarda nasıl yapacağım konusunda hep yönlendirirlerdi. Şimdi yaptıklarımı hep onlara borçluyum. Onlara onların yönlendirmesi ettiğim yardımlarla pratik kazandım. Aslında düşünüyorumda onların yanında daha fazla kalmalıydım. Onlara yardım ettiğimi sanıyordum öyle değilmiş aslında kendimi yetiştiriyordum. Şimdi bir kısmı vefat etti. Rabbim onları Cennetiyle mükafatlandırsın. Kimisi hala hayatta. Rabbim onlara da hayırlı bir ömür versin. Kendilerinin razı olacağı bir hayat nasip etsin. Bazı şeyleri kitaplardan öğrenemiyoruz. Ancak böyle insanlardan öğrenebiliyoruz.

       Bu sene kurbanımızı Çiftlikköy/İlyasköy diye bir köyden aldık. Yöre halkı hayvancılıkla geçiniyor. Yani tam profesyonellerin olduğu yerden. Kesimi de onlara aitti. Kayınvalidemgiller benim gideceğimi tahmin etmemişlerdi. Bende oturup evde bekleyemezdim. :)


       İlyasköy'e giderken manzaramız böyle idi. Eee mevsimlerden sonbahar aylardan Eylül. Bana göre yılın en olgun mevsimi. 


      Zaman zaman köyler karşımıza çıkıyor. Bu köyün adını bilmiyorum. Hiç gitmedim. Aklıma "Orda bir köy var uzakta  gitmesek de kalmasak da o köy bizim köyümüzdür." Şarkı sözleri geliyor. İnsan böyle bir film şeridi gibi gelip geçen köyleri görünce neler neler düşünüyor. Ben kendimden biliyorum. :)
.

       Geldiğimiz köyün resmini çekmediğimi şimdi farkettim. Neyse bu şekerler umarım unutturur böylesi bir hatayı. Ne kadar insancıllar. Resim çekerken hemen yiyeceklerini bırakıp yanıma geldiler. Tek tek hepsine dokunmak istiyorum. 


       Tam resim çekme anında o da bana nasıl resim çekileceği konusunda yardım ediyordu. O kadar sevimliler ki durmadan onlarla oynamak istiyorum.


       Bunlar farklı bir bölümde idiler. Sahiplerine resim çekebilir miyim diye sorunca o da hepsinin yerini gösterdi hangisinin istersen çekebilirsin dedi. Çok mutlu oldum. Tabii ki annemlerde de var. Ne zaman annemlere gitsem çekerim. Hepsinin huyları farklı farklı. Neyse sahiplerini çok sevdim. Bunlar da çok tatlı. Kulaklarında ki küpe onların kimlik küpeleri doğdukları zamanı anne-babalarını falan öğrenebiliyorsun. 


Burası kurbanlıkların saklandığı ahır. Bizimki saat 18:00 kesilecekti. Biz gelmeden bizden öncekilerin bir kısmını kesmişlerdi. Bizde boş ahıra denk geldik :) Ahır köye göre oldukça modern bence. Ben çok sevdim.



  Bu ineklerin su içtikleri kap. Yani kap gibi. Aslında bir düzenek. İçindeki koyu kahve kısmına bastığında ordan su geliyor. Yani suyu ziyan etmiyorlar. Hayvanlar istedikleri vakit su içebiliyorlar.


       Böyle bir demirde var diğerinde yok. Bu sistem her bir hayvanın su ihtiyacını karşılıyor. Yem ve ot veya samanda da bir düzenek var. Fakat bugün Kurban kesimi için yeniden düzenlendiği için onları göremiyoruz.


Bu şekilde herkes Kurbanı kesilirken seyredebiliyor. Resim çekebiliyor. Video'ya alabiliyor. Serbest yani. Herşeyi çok temiz ve sistemli yapıyorlar. Aklında herhangi bir şüphe kalmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Vekalet verme, hayvana acı çektirmeden kesme vb.


       Bir de hisse ayırma var. Kurban sahibine soruyorlar. Kaç kişilik diye ona göre böyle temiz kolilere hayvanın her yerinden gelecek şekilde ayırıyorlar. Kemikleri özel bir düzenekte kesiyorlar yani eve gidince kemik kırmakla falan uğraşmıyorsun. Bence işlerini severek yapıyorlar. Dürtme ile bu kadar güzel bir sistemle kesim yapılamazdı.  


       Bizimki en sonuncuydu. Bize yapılan muamele diğerlerinden farksızdı. Yani o kadar yorgun olmalarına rağmen. Hani bazı insanlar vardır hiçbir şey yapmazlar yaptıkları en ufak bir şeyde söylenirler ve seni de o hizmeti aldığın için pişman ederler. Burda çalışanne kadar insan vardı. Bir o kadar da kurbanının kesilirken seyretmek isteyen insanlar bunlara rağmen gayet sabırlıydılar. Biz beklerken başka bir yerde pilav üstü kavurma, tatlı ve içecek ikram ettiler. Dedim ya işlerini severek yaptıkları herhallerinden belliydi. 


      Her kesile kurbanın ardından hemen kesim yeri yıkandı. En sonunda da deterjanlı suyla her tarafı tertemiz yıkadılar. Etrafı temizlediler. 


       Bence günün adamı bu amca idi. Ne zaman baksam sürekli bir işle ilgileniyordu. Ordaki en çalışkan genç kadar çok çalışıyordu. İşin küçüğü büyüğü falan demeden. Ve yüzünde hep bir gülümseme vardı. Tanışmak konuşmak isterdim ama yanlış anlaşılırım diye çekindim. Ama gözümü ondan da alamadım. Rabbim onlara yar ve yardımcı olsun. Bugünlük bu kadar. Herkese hayırlı bayramlar...


     

6 Eylül 2015 Pazar

Kumboncuktan Kolyeye Agraf Ekleme

       Aslında bugünlerde çok üzgünüm. Haberlerden dolayı. Bir yandan şehit haberleri. Bir yandan mülteciler. Bir yandan onların fiilleriyle haykırdıkları "yaşamak istiyoruz" diye haykırışlarını duymak istemeyen gelişmiş devletlerin onlara karşı kör ve sağırmış gibi duruşları. Ülkemde yangın yerine dönmeye başladı. Hani her fırsatta dünyanın her yerinden  "dünyada barış istiyoruz" diye edilen dualar... Acaba isteğimizde samimi değilmiyiz.? Yoksa tüm bunlar dostlar alışverişte görsün diye mi?

       Bugün kafamı kumdan çıkarmak istemiyorum. Ne kadar zorlasam da olmuyor. Elimden de bir şey gelmiyor. 

       Bugün evden dışarı çıkmadım. Daha önce karşılaştığım bir iş arkadaşıma rastlamıştım. Elinde ilk defa kum boncuktan yaptığı takısı vardı. Ona agraf taktırmak istiyordu. Aynı dükkanda bende başka bir kum boncuktan yapılan anahtarlığı incelerken karşılaştık. Hemen yüzünde kocaman güzel gülüşü ile halleştik. Ciddi bir şey konuşsak bile gülüşü yüzünden eksik olmaz. 

      Mesleklerimiz birlikte çalışmaya pek elverişli olmamasına rağmen "Ayşe'nin mesleği şu olsaydı ona benimle çalışması için teklif ederdim" dediğinde duygularımızın karşılıklı olduğunu anlamıştım. Eğer isterse ona agraf takabileceğimi söyledim. "Sende bana nasıl yaptığını öğretirsin olur mu?"Yüzünde yine o gülüşü ile birlikte "olur" dedi.
  


      Bugünümü takısına ayırdım


       Takının ilk hali böyle. Böylesi bir agrafla kullanılabilir ama ben birazcık değiştirmek istedim. Aslında Takı Tasarım benim hobim. Hep amatör olarak ilgilendim. Kitaplar aldım. Fikir edinmek için. İtiraf etmeliyim ki biraz pahalı bir hobi...


       Beady Home'u ilk bir gazetede kupon karşılığı verildiğini gördüm. Gazete eski tarihli bir gazeteydi. Yani çoktan kampanyası bitmişti. Bende telefonunu buldum. Nasıl edinebilirim diye. Yalova'da bir yeri söylediler. Ama orda bulamayabileceğimi de eklediler. Ben yine de şansımı denedim. Ve bu seti aldım. Setin 3 şekli vardı. Birincisi kaç kitapçıktan oluştuğunu unuttum şuan. Bendeki 12'li olan. Çok memnunum. Böyle dergileri var nasıl yapılacağını anlatan. Ve 12 tane takı yapabilmek için numune malzemeler var. Nasıl yapıldığını anlatan cd'ler var. Ve takı yaparken kullanacağın tüm malzemeler (pense, kargaburun,kesgi, telkıvırma aparatları vb) de aynı paketin içinde var. Hani hobi olarak bakmasam iş olarak baksam orta derce de bir takı tasarımcı olabilirim. Orta derece diyorum çünkü her işte olduğu gibi bu işte derya deniz öğrenilecek çok şey var. Sonra sürekli pratik yapmak gerek. Tahtakale Takı Sanatı kitabı da kitapçıları öylesine (kırtasiyeler kitapçılar çok hoşuma gidiyor. Sürekli gider gezerim yeni bir şey çıkmış mı? Çıkmışsa işime yarar mı?  Özellikle kırtasiye malzemeleri ile ilgili. Bir kalem almak bile beni çok mutlu ediyor. Yeni kitap çıkmış mı? Neyle ilgili. Falan filan..) kırtasiyeleri gezerken gördüm ve aldım. Bir daha bulamayabilirim diye... Hakikatten de bulamadım da..



       Daha ilk elime aldığımda renginden dolayı lale eklense güzel olur diye içimden geçirdim. Bu rengi görünce İstanbul, İstanbul deyince lale gelir aklıma. Bir de agraf metal olacağı için biraz ilgisiz kalabilir diye de eklemek istedim. Bir de minik minik kurdela yapsam mı  diye düşündüm. 


       Agrafı mıknatıslı seçtim. Mıknatısın gücü çok kuvvetli. Hani kullanılacağı zaman birbirine geçirmek için uğraşılmasına gerek yok. İki tane kolyenin ucuna takmak için aparat da var. Görüntüsünü daha da güzelleştirmek için :) El emeği her türlü çok güzel.


         Minik kurdelaları da bu şekilde yaptıktan sonra şimdi sıra nasıl yapılabileceği hakkında fikir yürütmeye geldi.

       Aslından ilk böyle düşündüm. Sonra vazgeçtim. Neden mi? Üst kısmı çok boş göründü gözüme.

 Sonra bu şekilde yapmaya karar verdim. Bu şekli benim daha çok hoşuma gitti. Aslında kolye sahibinin fikri daha önemli. Çok ta merak ediyorum nasıl karşılayacağını.

Son hali bu şekilde.  Agrafıyla minik kurdela ve lalelerle daha farklı olmuş. Eğer sizde takı tasarımla ilgileniyorsanız size de bir fikir olabilir

Allah (c.c.)'a emanet olun...

31 Temmuz 2015 Cuma


Hadi Hediyemizi Kendimiz Hazılayalım


      
  
       Geçenlerde bir arkadaşımın bebek mevlüdü vardı. Arkadaşlar arasında bir şeyler almaya karar verdik. Sonradan düşündüm hem arkadaşlarıma katılayım hemde ben özel birşeyler yapayım. Emeğim olan...

       Bende bu süslü kurabiyelerden yaptım. Kurabiye hamurunun tarifini internetten aldım bir kaç deneme yaptım. Bir kaç malzeme ekledim. Bir kaç tanesini azalttım. Yani damak zevkime göre ayarladım. Arkadaşımın da hoşlanacağını düşündüm. İnşallah da düşündüğüm gibi olmuştur. Hamuru yoğurup biraz buzdolabında dinlendirdikten sonra merdane ile açtım kalıp ile şekil veridim.



       Sonra tepsiye yerleştirdim. Ve fırında 180 derecede üstü çok hafif sararıncaya kadar pişirdim. Burda fırından fırına fark var. Isı ayarları değişik olabilir.   Eğer mutfakta yemek yapmayı seviyorsanız ve sürekli mutfakta iseniz yada yemek ihtiyacını ortalama düzeyde karşılayacak kadar mutfakta kalıyorsanız. İster istemez mutfağa ait küçük küçük püf noktalarını bilirsiniz. Ne kadar çok güvenilir birinin tarifini yaparsanız yapın bazen istediğiniz sonucu alamayabilirsiniz. O yüzden asıl gün gelmeden bir kaç deneme yapılması gerekir.




       Alttaki resimde pişip pişmediği bile belli değil. İşte anlatmaya çalıştığım böyle bir sarılık.
 


       Sonra üstünü şeker hamuru ile kapladım. Şeker hamurunu internetten de şipariş verebilirsiniz. Ama ben hiç internette alışveriş yapmadım. Güvenemiyorum o yüzden gözümle görerek alabileceğim bir yerden almak istiyorum derseniz. Nikah şekeri, yaş günü vs malzemelerinin satıldığı yerlerde vardır. Eğer internetten değil de bu tip yerlerden alırsanız muhtemelen onların seçtiği renklerin içinden tercih etmek zorunda kalacaksınız. Çünkü buralarda renk seçeneği kısıtlı. Şeker hamurundan gerektiği kadar koparıp elimin sıcaklığından yararlanarak yumuşattıktan sonra merdane ile açtım. Yalnız etrafta olan ya da giydiklerimizden kaynaklanan tozları kendine çekiyor. Yaparken çok dikkatli olunmalı. Bi de eğer kalıpla kestikten sonra beklenecekse nişasta içinde üstü kapalı bir durumda bekletilmelidir. Kalıplarla kurabiyelerimizi üzerini kaplaması şartıyla istediğimiz şekilde kestim. Kalın bir şerbet hazırlıyoruz. Fırça ile hem şeker hamurunun hemde kurabiyenin üzerine sürdüm yapışması için.


       Hamur kalıplarını parti malzemelerinin de satıldığı yerlerden alabilirsiniz. Kurabiyelerin üzerinde görünen gri bonuklarda yenebilir onlarda tabiki böyle bir yerde bulunabilir. Ambalaj kağıdı yani poşeti aynı dükkandan almak isterseniz olmayabilir ambalaj malzemeleri satılan yerlerde vardır. Ben ordan aldım. Kurdela ve nazar boncuğunu parti malzemeleri satılan yerlerden ya da takı malzemeleri satılan yerlerden alınabilir. 


       Bugünlük bu kadar şimdilik hoşçakalın.






28 Temmuz 2015 Salı


Küçük bir tatil önerisi: Bolu/Gölcük




       Geçen sene gitmiştim buraya resimlerini çektim ama bloğa ve blogta paylaşmaya pek zaman ayıramadım. Şimdilerde ise bloğuma daha çok vakit ayırmaya çalışıyorum. Bu yaz İstanbul dışında pek il dışına çıkamadım. Bende bilgisayarda bir dosya ararken bu resimleri gördüm. Yine orda olmak istedim. Yine aynı şekilde kız kardeşimle... :) (Bilemiyorum a da aynı fikirdemidir ki: ) 

       Aslında Bolu'ya giderken planlarımı Abant Yedigöller üzerine kurmuştum. Hatta bu binanın bu manzaranında orda beni karşılayacağından o kadar emindim ki kardeşime  "ya Gölcük nerden çıktı ben Abant Gölü'ne gitmek istiyorum" diye ısrar ediyordum. Bu satırları yazarken o günler canlandı gözümde. Ama onun zevklerinden de o kadar emindim ve o kadar memnundum ki içimden bir ses "sen Kevo'ya güven  pişman olmazsın" dedi ve buraya geldik. Burası Bolu'nun en çok sevidiğim yeriydi. Minibüse binip ormana girince beni heyecan kapladı. Kaynağı belirsiz bir mutluluk. İlklerde yeşil çalılık gittikçe ağaçların boyu uzamaya başladı. Belli bir yerden sonrası her taraf çamlarla kaplandı. Ormanın derinliklerine giderken bende tarifsiz bir huzur...



       Her tarafta gezi yolları vardı. Aileler gelmiş. Piknikler yapılmış. Mangal yapmak için özel yerlerde ateşler yakılmıştı. Gerçekten yönetim çok ilgilenmiş burayla. Çok güzel planlamışlar. Biz yine sabahın erken saatlerinde geldik. Güneş ışınları daha Gölcük'e yeni yeni vuruyordu. Hep söylerim güneşin doğuşunu ve sonrasında ki iki saati çok seviyorum diye. Burda da kendini çok güzel göstermiş. :)



       Oraya gittiğimde bir psikobat ruh haline büründüğümü hatırlıyorum.  Bu görülen her piknik masasında oturmak, her yoldan yürüyerek geçmek, sonra esen, serin bir yerde oturup manzarayı seyretmek istedim. Tabii her piknik masasına oturamadım ama her gördüğüm yoldan yürüyerek geçmeye çalıştım hatta gölün etrafını iki kere yürüdüm resim çektim bol bol. (Bugün bloğuma girdiğimde resimler kiminin görünmediğini kiminin de çok yavaş yüklendiğini gördüm normal bir durum mu anlayamadım. Bununla ilgili bir araştırma yapmalıyım ve bir çözüm bulmalıyım. Açıkçası bloğumda pek çok eksikler var. Bana göre en önemlisi "yorum bölümü" yok. Umarım bunu en kısa sürede çözerim. Bu konuda yardıma ihtiyacım var. :(  )

       Resimlere bakarken orda olmak istedim.( Şu an Yalova çok sıcakta...:)) Orası şimdi serindir. Yanına sevdiğin birkaç yiyecek alacaksın. Bir tane okumak için kitap. Bir mp3. Yanına da kafa dengi birini. Gideceksin oraya akşama kadar oralarda enerji toplayacaksın. Her zaman yanımda kurşun kalem, boş kağıt, silgi, tükenmez kalem, kitap vs bulunurdu. Nasıl olduysa o gün çantamdan çıkarmıştım onları. Arattılar kendilerini. :)



       Hep resimlerde bu evi görürdüm. Bir gün gideceğim diye geçirirdim içimden. Dediğim gibi  o gün Abant'a bu evi görmek için gidecektim. Canım kardeşim iyi ki varsın. :) O yüzden evi değişik açılardan sürekli çektim.

       Bu kurbağaların en şanslısı. Benim fotoğraf karemin içine girmiş. Ama neden? Ben kurbağaların bu kadar insancıl olabileceğini bilmiyordum. Gölün neresine gidip oturursak oturalım hemen gölde bize yakın yerlere kurbağalar doluşuyordu. Bir de bir süre bekledikten sonra daha da yaklaşıyorlardı. İlk başta ne olduğunu anlamadık. Herhalde onların bölgesine oturduk deyip yer değiştirip durduk. Her defasında aynı şekilde kurbağalar yine yanımıza geldi. Bi ara o kadar yorulduk ki artık yer değiştirmeye halimiz kalmadı. Kurbağalar da yaklaşmaya başladı. Korku filmi gibiydi. Kardeşim korkutmak için taş attı onlara. Bi de ne görelim bir tanesi taşın tadına baktı. Diğerleri de taşa doğru bir hamle yaptı. Baktılar ki yiyecek değil yine bize doğru yaklaşmaya başladılar. Eee ne yapalım kalktık oradan.  Biz gezmeye devam ederken aklımıza yanımıza aldığımız atıştırmalık çubuk krakerler geldi. Bir yerde oturup krakerlerimizi paylaştık. Hayatımda ilk defa böyle atlanı yiyen kurbağa görmüştüm. 

       
       Gölün ne tarafına giderseniz gidin her tarafından ayrı bi güzellik fışkırıyor. Bu tarafında da Nilüfer çiçekleri. Çok hoşuma gitmişti. Bir kaç tane çekmiştim. Seyirlik....








Şimdilik bu kadar. Kendinize iyi bakın.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails